Tiyatronun büyüsüne daha küçükken kapılıp “Sahne ışıklarının altında olmalıyım, insanlara bir şeyler anlatmalıyım ve sahnenin bir parçası olmalıyım” diyerek tiyatrocu olma yolculuğuna çıkmış biri Orçun Ucal. Şimdilerde ise, 2014 yılında Mehmet Şerif Tozlu, Oğuz Gülen, Nevra Ayşem Savaşçı ile birlikte kurduğu Tiyatro Alesta’da hem oyun yazıp yönetiyor hem de küçükken hayal ettiği gibi sahnenin ışıkları altında. Bu yolculuğa çıkma amacının da derdini anlatmak olduğunu söylüyor Ucal. Derdi ise, yaşadığı düzende gördüklerini söyleyebilmek.
Tiyatro Alesta, var olan kültür- sanat düzenine eklemlenememiş birkaç gencin, söylemek istediklerini özgürce ifade etmek için kurduğu bir tiyatro. Tiyatro, 2014 yılından beri uyarladıkları, yazdıkları ve sahneledikleri oyunlarla izleyicinin beğenisini toplamaya devam ediyor.
Ucal bu zamana kadar Pınar Selek’in “Sürüne Sürüne Erkek Olmak”, Mine Söğüt’ün “Beş Sevim Apartmanı”, Murat Uyurkulak’ın “Delibo” eserlerini uyarladı ve yönetti. Yönetmenlik yaptığı oyunlar ise, Ali Cüneyt Kılcıoğlu’nun “Plastik Aşklar” ve Ece Temelkuran’ın “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”. Şimdi de Ucal, Ali Cüneyt Kılcıoğlu’nun yazdığı “Fotoroman Kralı” oyunu ile sahnede.
(Beş Sevim Apartmanı oyunundan)
Orçun Ucal neden tiyatrocu olmaya karar verdiğini, neden tiyatrodan vazgeçmediğini ve bu alanda ilerlemek konusunda bu kadar kararlı olduğunu anlattı.
“Sahnede bir şeyler anlatabilir olmak cezbediyordu”
Tiyatrocu olmaya ne zaman karar verdin?
Aslında lisedeyken karar verdim. Lise yıllarımda Müjdat Gezen Kültür Merkezi’nde eğitim almaya başladım. Daha o zamanlarda tiyatro oyunları izlerken orada olup bir şeyler anlatabilir olmak cezbediyordu. Altında yatan neden görünür olmak ama o zaman anlamıyorsun görünür olmak istediğini, olgunlaştıkça fark ediyorsun. Olgunlaştıkça, neden seçtiğini düşündükçe, görünür olmanın yattığını fark ediyorsun.
İşin daha çok, “Ben ne yapabilirim, ben bu sahnenin hangi parçası olabilirim ya da buraya nasıl eklenebilirim?” tarafındaydım, derdim oydu. Tiyatroyu bir puzzle gibi düşünüyordum, ben de parçasıydım.
Müjdat Gezen’de başladıktan sonra birkaç yere daha gittim, sonra da tiyatro okumak istedim. Baktım ki okullular metin çözümlemeyi daha iyi yapıyorlar, sahneleri daha iyi, daha iyi anlıyorlar. Burslu olarak Maltepe Üniversitesi oyunculuk bölümünü bitirdikten sonra Alesta girdi hayatıma.
“Var olan kültür sanat sistemi Türkiye’de oturmuş değil”
Mezun olduktan sonraki süreci anlatır mısın biraz?
Bazıları çok şanslı mezun olup dizide, sinemada ya da reklamda bir yüz olabiliyor. Kendilerine alan yaratıp hemen para kazanabiliyor. Bazıları da süreçte debelenerek, öğrenerek, gelişerek, değişerek yavaş yavaş yer ediniyorlar ve o zaman para da seni buluyor gibi bir durum oluyor.
Yeni mezun ve profesyonel hayatta bir şey yapmamış bir kişiysen, seni tanımadıkları ve görme biçimini bilmedikleri için biraz uzaktan bakıp seni görmek istiyorlar. Seni görmedikleri için de içlerine almak ve kabul etmek biraz olanaksız oluyor maalesef. Onların yaptıkları oyuna hizmet etmek zorundasın ilk başta. Senin hayalini oraya adapte etmene izin vermiyorlar. Biraz haklılar, biraz değiller.
(Gizli Emir oyunundan)
Haklı olmaları şöyle: Şimdi ben hiç tanımadığım, görme biçimini bilmediğim ya da metnine tam anlamıyla şahit olmadığım bir şeyi kabul etmekte zorlanabilirim çünkü benim mottoma, vizyonuma, misyonuma uyup uymadığını bilmiyorum. Ona bakmak isterim başta. Ama bu yoğunlukta ve bu mücadelede ona vakit ayırmak gerekiyor. Bu noktada işin içinde tam olmadığın zaman anlayamıyorsun bunu. İçinde olduğun zaman da evet, buna vakit ayırmak biraz güç açıkçası şu an. Öyle bir şey yapılabilir ki, senin bu zamana kadar söylemek istediğin şeyi baltalayıp yok edebilir, o yüzden biraz zorlanıyorsun.
Diğer taraftan haksızlar zaman ayıramıyorsun çünkü sistem onun üzerine kurulu değil. Var olan kültür ve sanat sistemi şu anda Türkiye’de oturmuş gibi gözüküyor ama değil. Özellikle özel tiyatroların mücadeleleri çok farklı oluyor. Ben seyircinin nasıl geleceği ile ilgilenmeliyim, bilet alıp almamalarıyla ilgilenmeliyim, sahneyle ve sahne çalışanlarıyla, oyuncularla ilgilenmeliyim… Benim kalabalık, yoğun bir kafam var aslında. Ama sistem oturmuş olsa ona daha açık ve net bir şekilde zaman ayırabilirim.
Beni görmeye başladıklarında teklif geldi, kariyerim öyle ilerledi yani.
Seni görmeye başladıklarında ve teklif almaya başladığında “Evet, doğru yapmışım” dedin mi?
Aslında sanatın içinde doğru ve yanlış yok. Benim yapmak istediklerim vardı sadece, ne kadar doğruydu ne kadar yanlıştı bilmiyorum. Sadece yapmak istediğim şeyden mutluydum. “Bunu yapmak ve anlatmak istiyorum” mutluluğu vardı, bu bana bir şeyler getirdi. Arkasındaydım yaptığım işin, her şeyini biliyordum ve her şeyine hakimdim.
“Bizim ülkede anlatmak istediklerini kurulu bir düzene anlatman çok zor”
Gelelim Tiyatro Alesta’ya… Bir tiyatro kurmaya neden ve nasıl karar verdiniz, o süreçte sen ne yapıyordun?
Ben o esnada Kartal Sanat Tiyatrosu’nda çalışıyordum. Anlatmak istediklerim vardı, hangi platformda hangi tiyatroda anlatabileceğimi bilmiyordum. Bizim ülkede, anlatmak istediklerini dışarıdan giderek kurulu bir düzene anlatabilme ihtimalin çok zor çünkü hemen kabul görmüyorsun. “Bunu neden yapalım?” gibi dönüşler oluyor. Bunu gördükçe, “Bunu biz yapmalıyız1 dedik.. O yüzden de Tiyatro Alesta’yı kurduk, böyle yola çıktık. İlk oyun Erkek Parkı oldu, sonra uyarlamalar oldu. Baktık ki kimse bizi kabul etmiyor biz de kendimiz anlatalım diye tiyatro kurduk.
Tiyatro Alesta’yı ilk kurduğumuz dönem akvaryumdan çıkmış balık gibiydik, çırpınıyorduk sürekli.
Şöyle bir anekdot anlatayım: Metni seçtik. Bir Alman yazarın Erkek Parkı oyunu. Ajansla konuştuk, yazarın kaşesini ödedik. Sonra çevirmenle konuştuk o da, “Çocuklar çok sevindim, oynamanız çok güzel olur. Siz biraz çalışın biz sonra tekrar iletişime geçeriz” gibi bir şey söyledi, biz de “Tamam” dedik. Biz çalıştık, oyuna teaser çekmeye başladık, çatı katında alıyorduk provaları. Çok da hijyenik değildi ama çalışıyorduk.
(Erkek Parkı oyunundan)
Prömiyer yapacağımız zaman arıyoruz çevirmeni, bize herhangi bir şekilde dönüşte bulunmuyor. Prömiyere çok az bir zaman var, bizim artık bu izni almamız gerekiyor. Prömiyerden bir gece önce çevirmen bize dönüş yaptı ve şöyle dedi: “Ben bu zamana kadar size dönemedim” ve yazarın istediği paranın iki buçuk katı kadar para istedi bizden. Biz de hazırlıksızız, hiç öyle bir şey beklemiyoruz, insanlara çevirmenler ne kadar alıyor diye sormuşuz, yazarla eşdeğer ya da ondan biraz düşük gibi yanıtlar almışız ama bize de dönmüyor. Bu arada çevirmen benim okuldaki hocamı arayıp kendisinden izin almadığımızı ve herhangi bir şey bilmediğini, bunun böyle olmayacağını falan söylüyor.
Bu bizim ilk deneyimimiz ve ertesi gün de prömiyer var. Bütün biletler satılmış. Yakın arkadaşlarımız, eş, dost destek olmak için geliyor, ilk defa kuruluyoruz diye. Ve gece yarısı bize, “oynattırmam, bilmem kimi çağırırım” diye dönüş yapılıyor. Sonra bir şekilde anlaşıyoruz, anlaşmak zorunda bırakılıyoruz. Sonra da bizimle alakalı her şeyi takip ettiğini, bununla çok mutlu olduğunu, aramalarımızı görüp cevaplamadığını söylüyor. Aslında bu bir kötü niyet, bu süreçte bize kötü niyetle yaklaşıyor. Çok büyük bir dersle başladık aslında. Sektör böyledir diye çevirmen bizi bir dövdü. Biz sadece iyi insanların bir araya gelip dertlerini anlattıklarını hayal eden romantik gençlerdik. Sonra bir gecede çevirmen bizim romantikliğimizi bozup gerçek dünyayla karşılaştırdı. Şu anda gülüyorum ama o gece hiç gülmüyordum bu duruma… Şu anda o çevirmenle hiçbir şekilde çalışmıyorum mesela, teklif geldiğinde bile reddediyorum çünkü artık bunu seçebilme özgürlüğüm var.
Uyarladığın oyunları neye göre seçiyorsun? Önemli olan seni etkilemesi mi verdiği mesaj mı?
İlk etapta heyecanlanmam gerekiyor, etkilemesi önemli. Artık uyarlayan kısımda olduğum için bir kitabı okuduğumda, beni heyecanlandırdığında, onu sahnede görmeye başlıyorum. Sonra bir daha okuyorum kitabı. İlkinde neler gördüm, ikincisinde neler göreceğim diye. Sonra, “Ben bunu sahnede görmek istiyorum” deyip yazarla iletişime geçiyorum. Yazar da onayladığında sahneye adaptasyonunu yapıp provalara başlıyoruz.
“Derdim, yaşadığım düzende gördüklerimi söylemek”
Önceki soruları cevapladığında “dert” ve “anlatmak” kelimelerini sıkça kullandın. Peki senin derdin ne, neyi anlatmak istiyorsun?
Yaşadığım düzende gördüklerimi söylemek. Söylemeyeceksem neden yapıyorum ki?
Ülke gündemi sürekli değiştiği için bizim de anlatmak istediğimiz sürekli değişiyor. Benim ev sahibimle aramda bir problem vardı, yazar bir arkadaşıma anlatmıştım, ardından çat diye oyun yazdı mesela. Çünkü gündem aslında bu. Keşke Almanya gibi stabil olup 5 yıl sonrasını planlayabilsek.
(Fotoroman Kralı oyunundan)
Fotoroman Kralı’ndan örnek vereyim: Oyunun yazıldığı süreçte, LGBTİ’lerin ötekiyken daha da ötekileştirilmesi söz konusuydu. “Acaba bununla ilgili bir şey mi yapsak ?”diye düşündük. Sonra Ali(oyun yazarı) aşık- maşuk üzerine bir çıkış yakaladı. Aşık ve maşuk köy seyirlik oyunudur, düğünlerde ve sünnetlerde oynattığımız, alkışladığımız… Oyun, iki erkeğin aşkından hareketle yazıldı. Sonrasında heyecanlandırdı beni. Bir döneme oturtalım efsunlu olsun dedik, hop fotoroman geldi. Fotoroman da çekiyor olsun, efsunlu olduğu için insanlara şifa verir olsun gibi şeyler ekledik. Ama çıkış noktası bu.