Avukat Gürkan Korkmaz, “Eksiklikler toplumun desteğiyle gideriliyor, devletin değil”


Depremin üzerinden 1 yıl geçti.

Hayat devam ediyor.

Ediyor mu?

Hala çadırda ve konteynerda kalanlar, elektrik ve su kesintisi sorununun çözümünü bekleyenler, kayıplarını arayanlar, verilen sözlerin tutulmasını bekleyenler var.

6 Şubat depremlerinde hayatını kaybedenlerin sayısı, resmî rakamlara göre 53 bin 537 idi. Ancak geçtiğimiz günlerde Murat Kurum, bu sayının 130 bin olduğunu açıklamıştı.

Cumhurbaşkanı ise, “Bir gerçeği şu anda söylüyorum, merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” diyerek alkışlanmıştı.

1 yılda neler oldu, neler değişti?

Ali İsmail’in ağabeyi ve Ali İsmail Korkmaz Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Gürkan Korkmaz, Hatay’da 1 yılın nasıl geçtiğini ve yaşanan problemleri anlattı.

Gürkan Korkmaz, Hatay’da hayatın devam ettiğini ancak hala eksikliklerin olduğunu; eksikliklerin devletin değil, toplumun desteğiyle giderildiğini söyledi.

Hala kayıplarını arayanlar, adalet arayışını sürdürenler var”

Depremin 1. yılına girdik. Hatay’da durumlar nasıl, 1 yılda neler oldu?

Öncelikle, bütün şehir yıkım halinde. Normalde haberlerde, “Karadeniz’de sel oldu” diye görürsün ama sadece bir yerde sel olmuştur ya da “Doğu’da çatışma var” der ama o bir bölgede çatışma olduğu anlamına gelir. Bir şey olduğunda onun bir mahallede, bir sokakta olduğu algısı vardır. Burada böyle değil. Şu an nasıl anlatırsam anlatayım, yetersiz kalır. Gelip görmedikten sonra tahayyül edemez bir insan benim anlatacaklarımı. Hatta fotoğrafa bakarak da tahayyül edemez. Önceden Antakya’ya gelmiş biri, depremden sonra yeni halini gördükten sonra şoka girmeyen olmayacaktır. Saray Caddesi nasıl biliyor musun? Masada tabak çatal vardır, yedikten sonra temizlersin, elinle süpürürsün, sadece masa kalır. Burası da öyle, sadece toprak var, abartmıyorum. Birkaç ağaç var, ALİKEV’in binası, tarihi yerler, hiçbir şey kalmadı. O caddeyi komple kazıdılar. Yıkımın boyutu bu.

Onun dışında iş makineleri çalışıyor. Yıkım asfalt seviyesine kadar yapılıyordu şimdi temel sökümleri var. Yıkım basit: Sarsarsın iki kepçeyle, zaten zayıflamış binanın gücü, iniyor. Bu sefer 5 metre aşağı inip demiri, betonu çıkarıyorlar. Köstebek yuvası gibi bütün şehir. Sürekli kepçeler ve tonlarca ağırlıklı kamyonlar geçtiği için yollar rezalet. Altyapı çoğu yerde patlamış durumda. Ne sağlık ne hijyen koşulları var. Sağlam evlerde de elektrik kesintisi problemi var, önemli görülmeyebilir ama internet sürekli kesiliyor çünkü yıkımlarla birlikte bütün internet kabloları koptu. Telefon interneti veya çanak sistemi gibi verimsiz internetle uğraşıyoruz. Hala kayıplarını arayanlar, adalet mücadelesini sürdürenler var… Antakya özetle böyle.

Hiç de kolay geçmedi bir yıl.

Bahçemize zamanında ufak bir kulübe yapmıştık, bir odası ve bir mutfağı olan. Depremin ilk günü orada 50 kişi kaldık. Bu durum yaza kadar bu şekilde devam etti. Sonrasında imkanı olan prefabrik ev yaptı daha az imkanı olan konteynerda kaldı.

Aynı bina hem az hem orta hem de ağır hasarı gördü”

Evinize hasar tespiti yapıldı mı?

Yapıldı. Ama sağlıklı bir hasar tespiti yapılmadı, ondan da bahsedeyim: Bizim eve önce orta hasar denildi. Şöyle ki bizim oturduğumuz bina 40 yıllık ama bizimkiler inşaatçı olduğu için Kocaeli depreminden sonra, bura da deprem bölgesi olduğu için eğer deprem olursa yıkıcı olur diye kaldığımız binayı güçlendirmişler. 3 katlı, 6 daireli, babamların ve amcamların oturduğu bir bina.

İlk hasar tespitine geldiklerinde binanın orta hasarlı olduğunu ve güçlendirilmesi gerektiğini söylediler. Biz de güçlendirildiği için tekrar güçlendirilmesine gerek olmadığını söyledik, “İsterseniz itiraz edin” dediler. İki hafta sonra tekrar deprem oldu. Bu defa az hasarlılar orta hasarlıya, orta hasarlılar ağır hasarlıya çevrildi. Bizim binamız ağır hasarlı oldu, biz buna itiraz itiraz ettik, az hasarlıya çevirdiler. Aynı bina hem ağır hasarı hem orta hasarı hem az hasarı gördü. Bizim yine içimiz rahat etmedi kendi imkanlarımızla destekledik, resmi bir destekleme olmasa da. Ama şu an az hasarlı, ikinci defa güçlendirilmiş bir evde oturuyoruz.

Evde değil ama Antakya’da kalmak güven vermiyor”

(Temsili fotoğraf)

Peki ikinci kez güçlendirdiğiniz eviniz size güven veriyor mu?

Aslında el mahkum bir noktada. İlk zamanlar çok yıkılsın istedik. Özellikle orta hasar verildiğinde, deprem korkusu zaten vardı. Böyle bir ortamda “orta hasar” verilmiş bir binada, zaten ikinci bir güçlendirme ne kadar sağlam olur? Amcamla babam güçlendirmesini yaptıkları için ne kadar sağlam yaptıklarını da biliyorlar. Zemin katta çatlaklar var, kolonlarda çatlak yok ama duvarlarda çatlaklar vardı ufak tefek. Ama birinci ve ikinci katta hiçbir çizik, çatlak yok. Hasar almış bir bina olsaydı çatlardı, devrilirdi. Hiç tadilat yapılmadan eve geçtik. Bizim bölge de mahalle olarak tepe bir yerde olduğu için zemini daha kayalık, sağlam bir zemin. Nispeten onun rahatlığı var ama şu an Antakya’da olmak bize güven vermiyor.

Başkalarının hazır paket şeklinde sunduğu Antakya, Antakya olmaz”

“Antakya’da olmak güven vermiyor” dediniz, gitmeyi düşündünüz mü?

Yok, hiç düşünmedik. Hatta iki aylık bebeğim vardı o zaman, şimdi 1 yaşını doldurdu. Soğuklarda Mersin’e gittik. 1 hafta on gün kaldık ama kalamadık, aklımız buradaydı. Antakya’yı yeniden ayağa kaldıracaksak bizim burada olmamız lazım. Başkalarının gelip, hazır paket şeklinde sunduğu ve inşa ettiği Antakya, Antakya olmazdı. Antakyalıların inşa etmesi lazım. Biz onun için döndük ve buradayız.

Ali İsmail’in odası nasıl?

Antakya’daki bütün evler gibi o odadaki dolaplardaki her şey devrilmişti. Ali İsmail’in bardak koleksiyonu vardı: 1 Bardak 1 Bayrak diye, farklı ülkelerden getirdiği bardakların ve bayrakların koleksiyonu, onlar yerle bir olmuştu. Düşünce zarar görecek ne varsa hepsi zarar görmüştü. Uzun süre ne yazık ki böyle kaldı. Sonradan odayı toparlayıp eski haline getirmeye çalıştık ama eksikti artık… Çocuklar var, onara bu kaygıyı yansıtmamak gerekiyor, kuyruğu dik tutmak lazım…

Okuldan bahsetmek istiyorum biraz. Burada hala servis sıkıntısı var. çoğu servis mahallelere, ara sokaklara girip çocukları almıyor. Onlar da bir noktada haklı çünkü yollar çok kötü. Sürekli ağır araçlar, iş makineleri girip çıkıyor, yollar kapalı olabiliyor ve bu da işleyişi aksatan etkenlerden. Bundan dolayı ben her gün çocuğumu 10-15 kilometre ötede okula bırakıp sabah, akşam da kapıdan almak zorunda kalıyorum. Benim gibi binlercesi var. 30 kilometre öteden de çocuğu getiren kendi imkanıyla getirip kendi imkanıyla götürüyor. Toplu taşıma çok yetersiz. Zaten Anadolu’nun bir şehrindeki ulaşım büyükşehirdeki gibi olmuyor. Zaten toplu taşıma sorunu vardı, deprem sonrasında daha da katlandı. Az insan var, dolmuşlar otobüsler çalışmak istemiyor. Çoğu bölgeye de ulaşım yok. Böyle de bir sıkıntı var.

Eksiklikler toplumun kendi işleyişi içinde çözülüyor”

Alışverişte de böyle bir problem yaşıyor musunuz? Yine uzun bir yol gitmeniz mi gerekiyor?

Yok. Yüksek binaların olmadığı mahalleler az da olsa toparladı. Mahalle diyorum ama köy aslında, bizim dilimizde de öyle, ‘köye gittim’ deriz. Köy olunca, insanların ilk günlerde serası vardı, serasının altına girdi. Sonra iyi kötü babasından atasından kalma bahçesi vardı, oraya konteyner koydu. O köyler bir nevi yaşam merkezleri oldu. Köyün çevresinde 3-4 büyük market zinciri var, bakkallar zaten vardı onlar, yine faal. Ama biz bu noktadayız. Şehirde yaşayanlar aynı imkanlara sahip değil maalesef. Ama su akıp yolunu buluyor. Bu eksiklikler toplumun desteğiyle gideriliyor, devletin değil. Toplumun kendi işleyişi içinde o da kendi içinde çözülüyor.

Konteyner kentler açık cezaevi gibi”

Antakya’da en büyük problem ne?

İnsanlar hala çadırda, konteynerda. Bu benim şahsi fikrim. Konteynerlar geçici konaklama yeridir. Kışın buz gibi, yazın ateş gibi olur. Yağmurda içine su girer, rüzgarda yeterli kamuflajı sağlamaz soğuk geçirir. Yaşam alanı değil, korunma ve sığınma yeridir. Konteyner kentler de böyle. Sanırsın limanda sevkiyatı bekleyen limanlar gibi, açık ceza evi gibi. Ne bank var ne park var ne gölgesinde oturacağın bir ağacın var ne yeterli bir sosyal alanı var, hiç yeterli değil. Cezaevinde daha çok sosyal alan var. sivil toplum kuruluşlarının faaliyet ve etkinlikler dışında bir şey yok.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir